Haziran 18, 2025
zledik..

Türkler ve Kayıp Kıta Mu Efsanesi

banner

          Türkler ve Kayıp Kıta Mu Efsanesi                                     

               

 

“Efendiler,

      Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselam’ın oğlu Yâfes’in oğlu olan kişidir.”

Atatürk milli mücadelenin hemen ardından çok köklü yenileşme hareketlerine girişti. Yapılan çalışmalar şekli olmaktan ziyade içerikle

ilgiliydi. O Türk milletinin Dünya ulusları arasında hak ettiği yeri almasını arzuluyordu.

 

Onun tarih araştırmalarına yönelmesinin tek sebebi bu değildi. Avrupalı tarihçiler bazen çalışmalarında Türk milletine hakarete varacak tarzda saldırıda bulunuyor, örneğin Türklerin Sarı Irktan Oldukları İddialarını ileriye sürüyorlardı Ancak kendilerine gerekli cevaplar verilemiyordu. Mustafa Kemal bu saldırıların asılsızlığının bir an önce ortaya konması için tarih çalışmalarının kaçınılmaz olduğuna inanıyordu.

Cumhuriyet Türkiye’sinin milli bir sınırı vardı. Ancak halkın büyük kısmında milli bir düşünce yapısından söz etmek mümkün değildi. Osmanlı Devleti’nde millet kavramı dini topluluklara karşılık gelmekte ve herhangi bir etnik anlam taşımamaktaydı. Savaşlardan yeni çıkmış, o zamana kadar imparatorluk bünyesinde yaşamış, kendini milliyetinden önce diniyle tanımlayan bir millete, milli bir kimlik kazandırmak ve Anadolu’nun vatan olduğunu, geçmişin fetihçi anlayışının terk edildiğinin anlatılması lazımdı.

Bu yeni durum halka en iyi tarih kullanılarak anlatılabilirdi. Bu yüzden Türk milli temeline dayanan üniter bir yapılanmayı kabul ettirmek ve benimsetmek işlevini tarih üstlendi.

Atatürk hem ilgi duyduğu bir alanda gerçeklerin gün ışığına çıkarılmasına yardımcı olmak hem de Türklere yapılan saldırılara karşı koymak amacıyla aşağıda yer alan sorulara cevap verilmesini istemiştir

1- Türkiye’nin en eski yerli halkları kimdi?

2- Türkiye’de ilk medeniyet nasıl kurulmuş veya kimler tarafından getirilmiştir?

3- Türklerin cihan tarihinde ve dünya medeniyetindeki yeri nedir?)

4- Türklerin bir aşiret olarak, Anadolu’da devlet kurmaları bir tarih efsanesidir. Şu halde bu devletin kuruluşu için başka bir izah bulmak lazımdır.

5- İslam tarihinin gerçek hüviyeti nedir? Türklerin İslâm tarihinde rolü ne olmuştur?

Türk Tarih Kongresi’nin önsözünde Türk tarihçilerinin onun çizdiği ana hatlar üzerinde çalışmalar yaptığına vurgu yapılmış ve kongrede yukarıdaki sorulara cevap aranmıştır.

Sonuçta ortaya Türk tarih tezi çıkmıştır. Sonuçları bugün dahi tartışma konusu olan Türk tarih tezi, Cumhuriyet Türkiye’sinde ki en önemli iddia olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Atatürk yapılan çalışmaları yakından izlemiş, devletin bütün imkanlarından tarihçilerin yararlanmasını sağlamıştır. Özellikle büyük para ve emek isteyen kazılar ve kazıların buluntuları ile yakından ilgilenmiştir.

Türk Tarih Tezi, beyaz ırkın kökeninin Orta Asya olduğu hipotezin den yola çıkmaktadır. Buna göre değişik çağlarda, çeşitli göç dalgaları halinde Orta Asya’dan dünyaya yayılan Türklerin de atası olan halklar, dünya medeniyetlerinin önemli bir kısmını kurmuştur. Irklardan bahsederken belirli bir ırkın üstünlüğünü savunmaz. Göçler sonucu ırkların birbirlerine karıştığını anlatır.

Türk tarih tezinde 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başlarında yapılmış araştırmalara dayanılararak milli bir tarih yorumu ortaya konmuştu. Tarihte yaşamış büyük medeniyetler kurmuş bazı kavimlerin Türk olduklarına dair kanıtlar ortaya sürülmüştü. Tarih öncesinde uygarlık izlerine rastlanmamış diyarlara medeniyetin, Türklerin de dünyaya yayılmış olduğu Orta Asya’dan yayıldığı fikri savunulmuştur.

Türk tarih tezine göre M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1200 yılları arasında Orta Asya’dan yurtlarını terk edip Akdeniz havzasına yayılan brakisefal’ler Türklerin atalarıdır.

Dünya medeniyetinin başlangıcını Yunan Medeniyetine bağlamak yanlıştır. Etiler (Hittitler) Anadolu’da yaşamış Yunan Medeniyetin den daha eski bir medeniyettir. Etrüskler’in İtalya’ya Anadolu’dan gitmiş oldukları kesindir. Orta Asya’dan yayılan göç dalgaları Avrupa’ya da yayılmış ve vahşet ortamı süren kıtaya sırasıyla cilalı taş, bakır, tunç ve demir çağı sanatlarını götürmüşlerdi. Bir Asya kavmi olan Keltler, göç yollarında önemli eserler bırakmışlardı. Ligürler, Kimriler ise Keltlerden önce Avrupa kıtasında Kırım ve Danimarka’ya kadar gitmişlerdi. M.Ö. 2000 yılına kadar Avrupa’da bakır aletler dahi yokken, bu tarihte bronz aletlerin birden bire çoğaldığı kazılarda tespit edilmişti. Bronz madeninin kaynağı kalay madeni Asya’da bol miktarda bulunurken Avrupa’da sadece ince bir damar halinde Fransa’da bulunmaktaydı.

1928-1930 yılları arasında Türk Tarih Tezi’nin oluşturulmasında tarihçilere önderlik etmiştir. Atatürk’ün, “Anadolu 7000 yıllık Türk beşiğidir” sözü onun Anadolu’daki Türk varlığını Malazgirt Muharebesi’nden çok öncelere dayandığına olan inancını yansıtmaktadır.

Atatürk’ün en büyük hayallerinden birisi Türklerin Kökenini bulmaktı. 

Bilindiği gibi Atatürk, 1932’den sonra Türk Tarih Tezi’nin kayıp parçasının peşine düştü. Türklerin Orta Asya’dan önceki ilk yurtlarını arıyordu. Bu amaçla 1934 yılında Tahsin Bey’i Meksika Büyükelçiliği’ne atadı. Tahsin Bey’in gizli görevi Türklerle eski Amerikan halkları arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Tahsin Bey, Meksika’daki araştırmalarının sonucunda şaşırtıcı bir bilgiyle karşılaştı. Bu bilgiye göre Türkler, MÖ 12.000’lerde bir doğal afet sonunda Pasifik Okyanusu’nda sulara gömülen Kayıp Kıta Mu’dan Orta Asya’ya göç etmişlerdi. 

Türklerin kökenini ortaya çıkarmak, Atatürk’ün en büyük istek lerinden biriydi. Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra, bu konuya büyük bir duyarlılıkla eğildi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Türkçülük akımı yandaşları tarafından yapılan çalışmalar derlendi ve Atatürk’ün isteğiyle birçok bilim adamı ve araştırmacı bu alanda araştırmalar yaptı. Yabancı bilim adamları Türkiye’ye çağrıldı. 1930 yılında Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çok zengin malzeme ve bilgiler ortaya çıkarıldı. Yine de Türklerin nereden geldikleri tam olarak açıklığa kavuşmuş sayılmazdı.

Birçok bilim adamı ve araştırmacı bu alanda yeni çalışmalara başladı. Yabancı bilim adamları davet edildi. 1930 yılında Türk tarih kurumu kuruldu. Çalışmalar sonucu çok zengin kaynaklara ve bilgilere ulaşıldı. Ancak Türklerin nereden geldiği sorusu hala yanıt

bulamamamıştı. Gazinin emriyle Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarından cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Türklük akımları üzerine yapılan araştırmalar derlendi ve her şey 1930’lu yıllarda

Atatürk’ün ileri sürdüğü Türk Tarih Tezi’yle başladı.

Bilindiği gibi Atatürk, 1932’den sonra Türk Tarih Tezi’nin kayıp parçasının peşine düştü. Türklerin Orta Asya’dan önceki ilk yurtlarını arıyordu. Bu amaçla 1934 yılında Tahsin Bey’i Meksika Büyükelçiliği’ne atadı. Tahsin Bey’in gizli görevi Türklerle eski Amerikan halkları arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Tahsin Bey, Meksika’daki araştırmalarının sonucunda şaşırtıcı bir bilgiyle karşılaştı. Bu bilgiye göre Türkler, MÖ 12.000’lerde bir doğal afet sonunda Pasifik Okyanusu’nda sulara gömülen Kayıp Kıta Mu’dan Orta Asya’ya göç etmişlerdi.

Bize öğretilen tarih bilimi yanılıyor mu? M.Ö. 200.000 ile 70.000 yılları arasında Büyük Okyanus’ta Mu adında bir kıta var mıydı? Bu kıtanın Avustralya’dan birkaç kat büyük olduğu, yüksek bir  uygarlık düzeyine ulaştıktan sonra battığı doğru mu? Atatürk bu kıtayla neden ilgilendi? Yoksa, Türklerin kökeni Büyük Okyanus’un derinliklerine kadar gidiyor mu?

Konu yavaş yavaş gündemden düşerken eldeki kaynaklar ışığında Atatürk bizzat kısa tezler hazırlıyor ve bunları yemeğe davet ettiği akademisyenlerle uzun uzadıya tartışıyordu. 

Tahsin Bey Maya dili ile Türk dili arasındaki benzerlikleri ve Bir “Mu kıtası araştırmacısı” olarak tanınan İngiliz Albay James Chruchward‘ın kendisine bahsettiği Hindistan’da bulduğu tabletleri anlattı Atatürk’ün gözleri parladı. Chruchward ertesi gün apar topar Ankara’ya davet edildi.

İki hafta sonra Chruchward, Ankara‘ya gelerek Çankaya’da, Atatürk ve Tahsin Bey ile akşam yemeği yedi. Chruchward, bu tabletleri nereden bulduğunu, 50. yılını bu araştırmaya adadığını,tabletlerdeki dilin Antik Mayalara dayandığını, M.Ö. 200.000 ila 70.000 yılları arasında Pasifik’te yer alan Avustralya’dan biraz daha büyük “Mu” isminde bir kıtadan bahsedildiğini ve kıtada yaşayanların yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra sel ya da tufanla battığının düşünüldüğünü Atatürk’e iletti. Bu görüşmeden sonra Atatürk, 60 kişilik bir heyet kurdurarak Mu kıtası hakkındaki kitapların tercümesi emrini verdi.

Bundan sonrasını Salih Bozok, hatıralarında şöyle anlatıyor:

Gazi, kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı, günaşırı Tercümeler bitmedi mi? Heyet neden bu kadar yavaş çalışıyor? diye hayıflanıyordu. Nihayet sonunda tercümeler bitti. Kitap basılmadı daktilo edilerek Atatürk’e sunuldu. Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu, yaratılışı anlatan bölümle özel olarak ilgilenmişti. Mu kıtasının insanlığın ana vatanı olduğunu, nüfusun 64 milyona çıktığını yazan kısmın altını çizmişti. Mu’da geçen tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşıla mayacağının üzerinde durmuştu. Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları öz Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu.”

Salih Bozok’un anlattıkları burada sınırlı kalıyor.

Atatürk’ün Notları ve İşaretlediği Yerler: Çevirilen metinleri Atatürk’ün büyük dikkatle okuduğu bilinmektedir. Atatürk, insanın yaratılışını anlatan bölümlerle ilgilenmiş, Mu’nun insanlığın anayurdu olduğunu, nüfusunun 64 milyona kadar çıktığını, ilk insanın arada yaratıldığını anlatan satırların altını çizmiştir. Atatürk, Mu’da geçen Tanrı kavramıyla da ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağı, şekillendirilemeyeceği ve adlandırıla mayacağı üzerinde de durmuştur.

Çevirilerde Maya dilinin yeryüzünün anadilinden gelmiş olduğunu, bütün dillerin, orada doğduklarını ve anadilin Mu dili olduğunu belirten bölümlerin altı, Atatürk tarafından çizilmiştir.

Irkların Kökeni: Atatürk’ü ilgilendiren bir başka bölüm, ırkların kökeniyle ilgilidir. Anadolu’daki ilk insanlar olan Karyanlar’ın asıl vatanlarının, Büyük Okyanus’taki Easter Adası olduğunu anlatan bölüm yine Atatürk tarafından işaretlenmiştir. Mu’nun batışını anlatan bölümde, Mu halkının: “Ya Mu, bizi kurtar” diye bağırma larını işaretlemiş ve altına: “Demek ki Mu, bir ilahtır” notunu düşmüştür.

Türkçe ile Mu Dilini Karşılaştırıyor: Birçok Mu kökenli özel ad ve sıfatları, Atatürk öztürkçe ile karşılaştırmış, notlar almıştır. Sözgelimi: “Tarlaların Allah’ı” anlamına gelen Bal sözcüğünün yanına: “balağmak (anlamı: toprağı kazmak, çukur açmak) notunu almış, “Ruhların diyarı

Kui” cümlesinin yanına: “kökü: ailedir” diye yazmış. Bu tür sözcük notları oldukça çoktur. Bir yerde, Mu’nun demokrasi ile yönetildiğini, güneş enerjisinin aydınlatılmada kullanıldığını anlatan satırların altı çizilmiştir. Ve bunlar gibi yüzlerce satır cumhuriyetimizin kurucusu tarafından çizilmiş, işaretlenmiş, sayfa yanlarına notlar alınmıştır. İncelendiğinde görülüyor ki, Atatürk’ü önce Türklerin kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile bağlantısı ilgilendirmiş. Sonra inançların ve Mu’nun yönetim biçimi üstünde durmuş. Üçüncü kitaptaysa çok geniş anlatılan Mu simgelerini, Atatürk Latin abecesiyle karşılaştırmış.

Kitaplar Neden Basılmadı? Atatürk, James Churchward’ın iki kitabıyla özellikle ilgilenmiştir: Kayıp Mu Kıt’ası ve Mu’nun Çocukları. Bu iki kitap, Anıtkabir Kitaplığı’nda 1301 ve 1302 no ile kayıtlıdır. Kitaplardan çıkarılan, daktilo ile yazılmış çeviri metinleri ise yine Anıtkabir Kitaplığı’nda 4 dosya halinde bulunmaktadır.

Atatürk’ün Mu ile ilgili düşünceleri ve çıkardığı sonuçlar, yazık ki tam olarak bilinmemektedir. Bunun nedeni, 1935 yılından sonra sinsice ilerleyen hastalığının, ona pek zaman tanımamış olmasıdır.

Ortada garip bir olay daha vardır: 1967 yılına kadar Türk Dil Kurumu arşivinde, sonra Anıtkabir Kitaplığı’nda bulunan bu çeviriler halâ basılmamıştır. Öylece durmaktadır.

Atatürk’e kitapları sağlayan Tahsin Bey, Meksika’da araştırmalar yaparken, Maya-Aztek-İnka uygarlıklarının Türklerde kullanılan eşyalara benzer eşyalar kullandıklarını öğrenmişti. Ayrıca davullar ve kalkanlar bizimkilere çok benziyor, üstlerinde ay ve yıldız simgeleri bulunuyordu. Tahsin Bey, tüm çalışmalarını belge ve fotoğraflarla birleştirerek üç cilt defter halinde Atatürk’e yollamıştır. Bunların ilk ikisi 1970’lere dek TDK Kütüphanesi’nde 56-57 no’ları ile durmaktadır. Üçüncü defter kayıptır.

Bu değerli çalışmalar basılmamıştır. Gerek Churchward’ın kitapları, gerek Tahsin Bey’in çalışmaları basılıp yayımlandığı zaman, Atatürk’ün düşüncelerini belki daha iyi anlayabiliriz. Yoksa bu eserler de, Atatürk’ün gizli kalmış düşünsel yönleriyle birlikte, Anıtkabir’in sessizliğinde uyumayı sürdürecekler. Gerçekten var olduysa, Mu Kıtası’nın kalıntılarının Büyük Okyanus’un derinlik lerinde beklediği gibi…

Tahsin Bey’in elçilik vazifesindeki esas görevi Maya dilinin öz Türkçe’yle olan benzerliğini ve maya tabletlerini araştırmaktı. Meksika’ya gitmesinden bir süre sonra Etnografya Müzesi’nden bazı görevlileri yanına gönderdiler. Ekibin araştırma sonucu, 3 ciltlik bir kitap haline getirilerek Atatürk’e sunuldu. Kitaplarda; Maya , Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandığı eşyaların, Türklerin kullandığı eşyalara ne kadar çok benzediği, hatta davul ve kalkanlarında kullandıkları ay ve yıldızın Türk bayrağındaki ay ve yıldızdan hiçbir farkı olmadığı açıkça kanıtlanıyordu. 

Ayrıca William Niven tarafından bulunan tabletlerden bir tanesi yüksek ücretler karşılığında satın alınarak Atatürk’e gönderildi.

   Bu tablet günümüzde hala Atatürk’ün saklı mektuplarıyla birlikte muhafaza edilmektedir. Atatürk’e ulaştırılan cilt halindeki araştırma sonuçları ise 70’lere kadar Türk Dil Kurumu’nda bulunuyordu.

Şu anda ise Anıtkabir kütüphanesinde iki cilt olarak 1301 ve 1302 numarasıyla halen ziyarete açıktır. 3.cilt ise kaybolmuştur. Ayrıca Chruchward’ın kitaplarından yapılan çeviriler de 4 cilt olarak aynı yerde saklanmaktadır. Tahsin Bey’in, Atatürk’e gönderdiği 700’ü aşkın fotoğraf da Anıtkabir fotoğraf arşivinde yer almaktadır.

        Fotoğraflarda, tapınak ayinlerini yöneten kişilerin kürsülerinde, istisnasız şekilde dünyada sadece Türk mitolojisinde görülen ”Bozkurt” figürünün bire bir aynısının kullanılması, Atatürk’ün üstünde durduğu bir diğer konu olmuştu.

Sonuç olarak Atatürk, akademik ve bilimsel delillerle desteklenen bir Türk tarih tezi sunmuş ancak bunu kitaplaştırmaya ömrü yetmemiştir. Teze göre şu sorulara net cevaplar veriliyordu: “Türkler, Orta Asya’dan gelmişlerdi ancak Orta Asya’ya nereden ve nasıl gelmişlerdi?”, “Türklerin, Amerika kıtasının yerlileri olan Maya, Aztek ve İnka uygarlıkları ile olan tartışmasız benzerlikleri nasıl açıklanabilirdi?”, “Dünya tarihi nerede başlamıştı?”, “Orhun Yazıtları ve Maya tabletlerindeki benzerlikler nereden geliyordu?”

mu kıtası

Orta Asya Uygarlıklarının Kökeni

          Türk Tarih Tezi’nde Türklerin kökeninin Orta Asya olduğu resmen dile getiriliyordu. Ama Orta Asya uygarlıklarının kökü neredeydi? Mustafa Kemal bu sorunun yanıtı olabilecek anahtara 1932’de ulaştı. İlkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek’in sunduğu ön raporda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyordu.

          Mayatepek, bu süreci inceleyip Atatürk’e raporlar halinde iletmesi için 1935’de Meksika’ya maslahatgüzar atandı. Çok geçmeden de arkeolog William Niven’in Meksika’da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churcward’ın Hindistan’da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk’ü haberdar etti. O da söz konusu yazarların kitaplarının çevrilmesini emretti. Sağlığı yerinde değildi ama, 1937 yılının önemli bir bölümünü geniş bir kurulca gerçekleştirilen bu çeviriler, üzerlerinde notlar alarak incelemekle geçirdi.

Maya dilinin kökeni de bu tabletlerde idi. Yaptığı araştırmalarda Türkçe ile Maya dili arasındaki benzerlikleri gören Tahsin Bey şaşkına döndü. Çünkü tabletler Atatürk’ün kendisine söylediği gibi MÖ 200.000 ile MÖ 70.000 yılları arasında Pasifikte yer almış bir kıtadan bahsediyordu. Kıtanın adı da Mu idi. Avustralya’dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarlığa ulaştıktan sonra deprem veya tufan sonucu battığı sanılıyordu.

     Tahsin Bey burada Maya ve Kızılderili kültürlerini inceledi ve Türk kültürü ile aralarındaki şaşırtıcı benzerlikleri tespit etti. Örneğin; 130’dan fazla yer isminin ve birçok kelimenin Maya, Kızılderili ve Türk dillerinde aynı veya çok benzer olması:

Tepek = Tepe

Yatkı = Ev, yatılan yer

T-sün = uzun

Yu = Su (yumak= yıkamak, Anadolu’da çamaşır yıkamak diye geçer)

Tete = Dede

Aş veya Köz= Yemek, aş

Tamazkal = Hamam, temiz kal

Kuşa = Kuş

Missigi = Mısır

Türe = Töre

Yanunda = Yanında

Hu Hu= Hu hu! (Selam. “Hu hu! Komşu…” şeklindeki hitabı bilmeyenimiz yoktur.)

İldiş = Dişleme

Atışka = Ateş

Küniş= Güneş

Yaşıl= Yeşil

Kün= Gün

Köç= Göç

Atağ= Ata

Çak (Şimşek Tanrısı)= Şimşek çakması

Atatürk’ün özellikle altını çizip notlar aldığı bölümler insanlığın yaratılışı, 64 milyon nüfuslu bir kıtanın batışı, kıtadan göçler ve özellikle de Orta Asya, Uygurlar ve Türklerle ilgiliydi.

          Mayatepek başlangıçta bu temelden yola çıkıp raporlarında Amerika ve Meksika yerlilerinin dillerindeki Türkçe sözcükleri incelemiş ve yerlilerin kültürel kaynakları ve güneş kültünün dinlerindeki etkilerine yoğunlaşmıştı.

Tahsin MAYATEPEK, Meksika’daki araştırmalarında çok daha fazlasını da bulmuştu. Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının Türklerin kullandığı eşyalara benzer eşyalar kullandıklarını Atatürk’e iletmişti. Bu uygarlıkların kullandıkları davullar ve kalkanlar, üzerlerindeki ay ve yıldız sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin MAYATEPEK, çalışmalarını belge ve fotoğraflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk’e gönderdi. 1937 yılının sonlarında hasta olmasına rağmen Atatürk 3 ciltlik bu belgeleri incelemiş ve altlarını çizerek notlar almıştır. Bunların ikisi 1970′lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:7-No:56) Üçüncü defter ise –ki çok manidar- kayıptır. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapınakların bile şaşılacak kadar benzerlik gösterdiklerinden bahsediliyordu.

     Sonuç olarak; Atatürk’ün olağanüstü dehası, araştırmacı kişiliği ve üstün gayretleri ile bulduğu “Türklerin Kökeni” konusu onun tarih tezinde yer almış ama ömrü vefa etmediği için yarıda kalmıştır. Onun düşüncesine göre Mu kıtasının batacağını anlayan Türk boyları oradan göç etmiş; bir kısmı Orta Asya’ya (Çin’de bulunan Türk Piramitleri buna kanıttır), bir kısmı Kuzey Amerika’ya (Kızılderililerin genleri ile Türklerin genlerinin çok büyük benzerlikler gösterdiği kanıtlanmıştır.) bir kısmı da Güney Amerika’ya ( Maya, Aztek ve İnka uygarlıkları) gitmiştir. Buralarda kurdukları kolonilerle uygarlıklarını devam ettirmişlerdir.

 

Ancak 29 şubat 1936 tarihli 7. raporu çarpıcı bir biçimde başlıyor ve şaşırtıcı bilgilerle devam ediyordu.

Uygur, Akad, Sümer Türkleri’nin Pasifik Denizi’nde ilk insanların zuhur ettiği Mu’daki büyük medeniyet, dil ve dinlerini cihana yaydıklarına dair yepyeni ve mühim malumatı ihtiva eden rapor: Kuzey Amerika alimlerinden Cononel James Churcward 4 Kıta eserinde dünyada ilk insanların ilk zuhur ve saadet diyarı olarak Tevrat’ta ‘Gan Edn ve Kuran’da “cennati Adn’namı altında zikri geçen ve Pasifik deniz’inde bulunan ‘Mu’ kıtasında ortaya çıktığı ve bu büyük kıtanın 11 bin 500 sene evvel müthiş depremler ve patlamalar neticesinde 24 saatte 64 milyon nüfusuyla denize battığı ve ilk yüksek medeniyetin, dilin ve vahdaniyete dayalı dinin ve fen ilimlerinin Mu kıtasından 70 bin sene önce Maya namıyla çıkarak Asya’da Uygur, Hindistan Naga-Maya, Fırat nehri deltasında Akad, Mezopotamya’da Sümer, Kızıldeniz’in batısındaki arazisindeki Mayu ve Etiyopi kıtasında Tamil namlarını almış olan Mu çocukları tarafından bütün cihana yayılmış olduğu vesaire hakkında, şimdiye kadar Doğu’da ve Batı’da yayımlanan kitapların hiçbirinde görmediğim çok derin ve 50 sene süren incelemeler mahsulü malumata tesadüf ettim.

          Mayatepek Churcward’ın kitabından şunları naklediyordu: Eski Türklerin ilk vatan ve kökenleri şimdiye kadar bildiğimiz üzere Orta Asya olmayıp, Pasifik Denizi’nde 200 bin sene mevcudiyetten sonra batmış olan Mu kıtası olduğu ve Orta Asya’ya, Mezopotamya’ya, Yukarı ve Aşağı Mısır kıtasına ve Etiyopi’ye Mu kıtasından binlerce sene evvel gelip Mu’daki yüksek kültür ve medeniyetlerini, dil ve dinlerini yaydıkları anlaşılıyor.”

          Raporda Mu’ya ait bazı sembolleri açıklayarak dünyanın dört bir yanına dağılan uygarlıkları da anlatıyordu:

1.Kol: Bu kolu Mu’dan ‘Maya’ namıyla çıkarak Asya’nın doğu kıyılarına ayak bastıktan sonra ‘Uygur’ namı alan Mu çocukları teşkil etmektedir.

 2.Kol: Bu kolu teşkil eden Mu çocukları gemilerle ve ‘Maya’ namıyla çıkarak Hindi Çini kıyılarına çıkmışlar ve oradan ‘Burma’ kıtası istikametinden Hindistan’a girerek oralarda, ‘Naga Maya’ namını alıp, bu namda büyük bir imparatorluk vücuda getirmişlerdir ve bu devlet 200 bin sene devam ettikten sonra yok olmuştur. Bu insanların bir kısmı Hindistan’ın batısından gemilerle Basra Körfezi’nin kuzeyinde Fırat Nehri deltasına girerek, bu yerlere ‘Akad’ ve daha kuzeye ilerleyerek bu havaliye de ‘Sümer’ adını vermişler ve kendileri de bu namı almışlardır.”

          Churcward’ın yapıtı kaynak gösterilerek nakledilen bilgiler arasında şu satırlar da yer alıyordu:”Uygur İmparatorluğu ortadan kalkmadan önce Türk İmparatorluğu’nun mevcut olmadığı ve bu imparatorluğun, Uygur İmparatorluğu’nun yukarıda izah olunan felaketler neticesinde son bulmasından sonra, 10-11 bin sene evvel ortaya çıktığı ve ırktaşlarımız olan Akadlar’la Sümerler’in Orta Asya’dan değil, doğrudan doğruya 70 bin sene evvel Mu kıtasından çıkıp Hindi Çini, Burma, Hindistan yolu ile evvela Fırat deltasına ve müteakiben Mezopotomya arazisine yerleştikleri anlaşılmaktadır.”

Atatürk bu düşüncelerini 1932’de yazmış olduğu “Hakikat Nerede?” adlı şiirinde de dile getirmiştir: (Birçok insan, Atatürk’ün şiir yazdığını bile bilmiyor.)

HAKİKAT NEREDE

“Gafil, hangi üç asır, hangi on asır?

Tuna ezelden Türk diyarıdır.

Bilinen tarihler söylememiş bunu. (Bilinmeyen bir tarih olduğunu açıkça söylüyor.)

Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

Dinleyin sesini doğan tarihin,

Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak

Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.

Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk, bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
Hakikat nerede?”

     Kimi kaynaklara ve araştırmacılara göre gerçekliği olmayan bu düşünceler, Atatürk’ün gizli kalmış diğer düşünceleriyle birlikte Anıtkabir’in sessizliğinde uyumaya devam etmektedir. Bunlardan “Kayıp Mu Kıtası ve Mu’nun Çocukları” Anıtkabir kitaplığında 1301, 1302 no ile kayıtlıdır. Çeviri metinleri ise kitaplıkta 4 dosya halinde bulunmaktadır.

 

İlgili yazılar