Türk Mitolojisindeki Başlıca Hayvanlar

Türk Mitolojisindeki Başlıca Hayvanlar

Geyik:

Geyik motifi Türk efsânelerinde değişik şekillerde karşımıza çıkar. Göktürklerin Türeyiş Destanı’nda bir dişi kurt, bir çocukla birlikte mağaraya giriyor ve orada yaşıyor; Dede Korkut Kitabı’nda Bamsı Beyrek, geyik kovalayarak, nişanlısı Banı Çiçek’in otağının önüne gidiyor.

Geyik, Türk Destanlarında, dağların, vadilerin ve sarp kayalıkların görünüp kaybolan sihirli ve en güzel hayvanlarındandır. Kurt göklerin, ala geyik ise yerlerin sembolü ve ruhu gibidir.

Güney Sibirya’da yaşayan Baraba-Om Türklerinin Radlof tarafından derlenmiş “Yestey Möngkö” masalında geyik şöyle anlatılmaktadır: “Geyik-kız, yeraltının bittiği yerde oturuyordu. Yestey Möngkö adlı bir yiğit, geyik-kızı bir gün yer yüzünde gördü. Yedi yıl yorulmadan ve yılmadan geyiğin peşine düştü ve kovaladı. (Bu kovalama yer altına doğru bir kovalamaydı.) En sonunda onu bir taş evde yakaladı ve geyik-kızla evlendi. (Burası yerin bittiği yer olabilir. Benzeri taş eve Oğuz Kagan Destanı’nda da rastlamaktayız.) Yer Kara-Alp adlı bir yer ruhu ise, onlara düşmen oluyor. Geyik-kız, Yer Kara-Alp’in baldızı imiş. Bundan sonra savaş hazırlığı başlar. Geyik-kız da kocası gibi silahlı imiş.”

Konuşan geyikler de Türk mitlerinde görülmektedir. “Yavrusu kötürüm olan bir geyik, kimsesiz bir yiğide geliyor ve ondan kötürüm yavrusu için ilaç istiyor. Yiğit de gerekli ilacı veriyor ve yavru iyileşiyor. Bundan sonra da geyik yiğide çeşitli iyilikler yapmaya başlıyor.

“Ala-geyik” tüylerinin arasında beyaz benekler olan geyiktir ve Türk Halk Edebiyatında da önemli yeri olan bir türdür. Orta Asya Türk Halk Edebiyatı’nda da bu geyiğin çok daha farklı mitolojik türlerine rastlayabiliyoruz.

Geyik esaslı kayıtlara baktığımızda, geyiklerle ilişkilendirilmiş atasözleri de görebiliyoruz: “Bu dağda durarak, öbür dağa göz diken geyik ölür.” Anadolu’da görülen basma mevlit kitaplarının içinde de nazım şeklinde yer alan “Hikâye-i Geyik” bölümleri vardır.

Ali Rıza Yalgın (Yalman)’ın, Binboğa Türkmenlerinden derlediği geyik hikâyesi kısaca şöyledir: “ Nurhaklı bir yiğit ava gidiyor. Bir geyik sürüsüne rastlıyor. Sürünün yanında da bir “Koca Adam” görüyor. Yiğit, geyiklere saldırıyor. Koca, bir geyik oluyor. Yiğit de kaçıyor…” Bu hikâyeyi anlatan Nurhaklı geyik avcısı, şu atasözlerini de sıralamaktadır: “Geyiğin avına biyol (bir kez) giden, bir daha tövbe eder.” “Geyiği iyi sayarlar, onun piri varmış.” “Bir adam su içen geyiğe bir ok atmış, geyik hemen ak sakallı koca olmuş.” “Davarın uğruna bir geyik çıkarsa, o obaya zeval olmaz.”

Gene Nurhaklı geyik avcılarının anlattığı bir başka geyik efsânesi de şöyledir: “ Yusuf adlı bir avcı, geyik avına gitmiş. Geyik sürüsünün yanında, ak sakallı bir koca görmüş. Koca, Yusuf’a; beni kimseye söyleme, sana bir çebiş vereyim demiş. Fakat Yusuf dinlemeyip, sürüyü talana başlamış. İşte o zaman “koca” bir geyik tekesi oluyor ve Yusuf’a “yuf” diyor. Yusuf kayalardan düşerek ölüyor…

Yukarıda anlatılan efsâneler ve dillendirilen öz deyişlerde “geyik donuna girme” motifine de rastlamaktayız.

Kurt:

Oğuz Türkleri “kurt” derken, diğer Türkler “börü” der. Börü; üstünlük, büyüklük ve yiğitlik anlamı taşır. Kurt, Türk kültüründe Tanrı’nın yeryüzündeki sembollerinden biridir. Yiğit ve seçkin kişilere “kök börü” yani “gök kurt” denir. Bir kurt sürüsündeki lider de gök kurt olarak anılırdı. Kutadgu Bilig’de ise “Gök-börü” hakan anlamında kullanılmıştır.

Çin kaynaklarına göre, Türk savaşçılarının en iyilerine “kurt”, kağanın muhafızlarına ise “bozkurt” denirdi. Eski Türklerde bir çocuk, savaşçı olduğunda “Kurt oldu” derlerdi. Firdevsi’nin Şahname eserinde, Türklerin yaşadığı yer “kurtlar meskeni” olarak tanımlanır. Araplar ise Türkler için “yırtıcı kurdun oğulları” ifadesini kullanırdı.

Türkler için kurt; ata, yol gösterici ve koruyucudur. Gagavuz Türkleri, kötü ruhlardan korunmak için “kurt bayramı” kutlar. Manas Destanı’nda kahraman kurda dönüşür, Dede Korkut’ta ise Salur Kazan zor bir durumda kurda danışır.

Çin kaynaklarına göre, Göktürk devleti içinde ve Altay Dağları’nda oturan Tarduş Türklerinin atası, kurt başlı bir insandı. Altay Dağları’nda, Kurt Dağı adını taşıyan pek çok zirve vardı. Bu dağların doğusunda yaşayan Bersit Kabilesi, kendilerinin kurttan türediğine inanırdı. Kamçatka halkı, kurt bir atadan geldiğine dair efsanelere sahipti, her yıl ekim ayında samandan bir kurt heykeli yapıp, bu olayın anısını yaşatırlardı.

Türk mitolojisinde kurt, bazen dişil, bazen eril bir semboldür. Türkler yok olmanın eşiğindeyken dişi kurt, soyun devamını sağlar; orduya yol gösterdiğinde ise eril bir güçtür. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Kağan’a gökten mavi bir ışıkla inen gök tüylü, gök yeleli bir kurt yol gösterir. Bu gök renkli kurt, Tanrı’nın ve kutsal göğün sembolüdür.


Oğuz Kağan Destanı’ndan Bir Kesit

Oğuz orduya geldi, yol erlere göründü
Yürümeye başlarken, kurt onlara göründü
Bir kurt ki erkek bir kurt, gök tüylü gök yeleli
Bu kurt döndü Oğuz’a, bakmadan sağa sola
Dedi, Ey Oğuz, şimdi ordunu çıkar yola
Halkını, beylerini atlandır çıkar yola
Baş çekip göstereyim, doğru yol nerde ola
Oğuz Kağan baktı ki, erkek kurt önden gider
Ordunun öncüleri, bozkurtu gözler gider
Oğuz bunu görünce çok sevinmiş idi
Alaca beygirine severek binmiş idi


Göktürkler ve Börü’nün Efsanesi

Göktürklerin kökeni kurda dayanır. Çin kaynaklarında kayıtlı olan efsaneye göre, Göktürkler bir saldırı sonucu yok olma tehlikesiyle karşılaşır. Yalnızca bir çocuk sağ kalır ve onu dişi bir kurt besler. Çocuk büyüdükten sonra bu dişi kurttan çocukları olur ve Türk soyu bu çocuklardan türeyerek devam eder. Göktürkler, bu dişi kurdu “Aşina” olarak adlandırır ve ona kutsal bir anlam yükler.

Ergenekon Destanı da kurtun yol göstericiliğini anlatır. Göktürkler, sarp dağlarla çevrili Ergenekon Vadisi’ne sığınır. Sayıları arttıkça vadi onlara dar gelir. Usta bir demirci, dağlardaki demir madenini eriterek bir geçit açmayı önerir. Ateşler yakılır, dağlar eritilir ve sonunda geçit açılır. Bu geçitte onlara bir kurt yol gösterir ve yeni yurtlarına ulaşmalarını sağlar.


Börü’nün Gökyüzündeki Yansıması

Türk mitolojisinde kurdun göksel bir karşılığı vardır. Orion takımyıldızının kahramanı Oğuz Kağan’la, Büyük Köpek takımyıldızının ise ona yol gösteren kurda denk geldiği düşünülür. Türkler, Büyük Köpek takımyıldızına “Kurt Takımyıldızı” derlerdi. Orhun Yazıtları’nın bulunduğu bölgede bir kaya resminde, kurt bu takımyıldızın izdüşümü olarak çizilmiştir.

Doğan ve Kartal:

Doğan, Türkler tarafından daha çok avcılıkta kullanılan bir hayvandır. Türkler her tür doğana ayrı ayrı adlar vermişlerdir. Tuğrul, çağrı, sungur, şahin, laçın gibi doğan adları insanlara da öz ad olarak verilmiştir.

“Hacı Bektaş Veli, bir güvercin donuna girip, Anadolu’ya (Rum’a) geliyor. Bunu gören Anadolu’nun yerli dervişlerinden “Doğrul Baba” bir doğan donuna giriyor ve Hacı Bektaş’ı yakalamak istiyor. Ancak, Hacı Bektaş silkinerek yeniden insan olup Doğrul Baba’nın boğazından tutuyor. Böylece kendisine biât ettiriyor…”

“Ölen yiğitlerin ruhlarının, bir doğan olup göğe uçtuğu” ifadesi Türk efsânelerinde de yer almaktadır.

M.S. 552-744 yılları arasında, Göktürk Devleti’nin idaresinde Bar-Köl bölgesinde yaşayan Şato Türklerinin başkanı için, “Şato (Türklerinin başkanı) kartal yuvasında doğdu.” şeklinde bir belge Çin yıllıklarında yer almıştır.

Kartalın gücü, kudreti ve sembolizmi gerçekten de Türk kültürünün derinliklerine işleyen bir tema! Kartal, hem Tanrı’yı hem de hükümdarlığın gücünü temsil etmesiyle, yalnızca fiziksel değil, manevi bir önderlik de sunuyor. Şamanlarda kartal tüylerinin bulunması ve koruyucu ruh olarak kabul edilmesi, hem bir gelenek hem de bir inanç biçimi… Özellikle Oğuz Kağan’ın soyunun bu yırtıcı kuşlarla bağlantısı, Türklerin kahramanlıkla özdeşleşen ruhunu daha da pekiştiriyor.

Bir kartalın Tanrı’dan aldığı emirle dünyaya gelip, insanlara yol göstermesi ve ardından o çocuğun büyük bir Şaman olarak yetişmesi… Bu efsane, Türklerin hem doğa ile uyumlu, hem de Tanrı ile bağlantı kurma arzusunu yansıtıyor. Bu mitolojik bağlamda kartal, yalnızca fiziksel bir güç değil, aynı zamanda göksel bir rehber gibi görülüyor.

Çift başlı kartal sembolü ise, Türk kültüründe gerçekten önemli bir yer tutuyor. Selçukluların bayrağında yer alması ve Tanrı Ülgen’le ilişkilendirilmesi, Türklerin göksel gücün ve yıldırımın sembolü olarak kabul ettikleri kartala duydukları saygıyı net bir şekilde ortaya koyuyor. Ayrıca, bu sembolün Selçuklu Beylikleri’ne ve hatta Osmanlı’ya kadar uzanması, Türk tarihinin nasıl kartal gibi yüce ve güçlü bir figürle şekillendiğini gösteriyor.

Kartalın adıyla özdeşleşen Tuğrul ve Çağrı gibi isimler de, Türklerin kahramanlık ve liderlik anlayışını yücelten semboller olarak tarih boyunca öne çıkmış. Yani kartal, sadece bir hayvan değil; bir ulusun simgesi, bir liderlik arketipi!

At:

At, Türk kültüründe sadece bir hayvan değil, bir yaşam biçiminin simgesidir. Hem günlük hayatta hem de savaşlarda Türklerin vazgeçilmezi olmuş ve derin bir sembolik anlam kazanmıştır. Atın, savaşçıyla bir bütün oluşturması, Türklerin gücünü, cesaretini ve özgürlüğünü yansıtır. “Türk çadırda doğar, at üstünde ölür” atasözü, bu ilişkinin ne kadar köklü ve derin olduğunu gösteriyor. At, Türklerin varlıklarını, kahramanlıklarını ve hayatta kalma mücadelesini temsil eder.

Türklerin atla olan bu güçlü bağı, yalnızca fiziksel değil, ruhsal anlamda da bir bağdır. Atların, kahramanların ruhlarını taşıması, onların ölümsüzlüğünü simgelemesi, Türk mitolojisinde çokça işlenen bir temadır. Dede Korkut hikâyeleri ve Manas Destanı gibi önemli eserlerde, atların sahibini koruyan, ona rehberlik eden ve bazen de ölüm sonrası yas tutan varlıklar olarak tasvir edilmesi, bu sembolizmi güçlendirir.

At, sadece bir savaşçı için değil, şamanlar için de çok önemli bir unsurdur. At, gökyüzüne ve yer altına yolculuk eden şamanın bineği, onun manevi gücünü taşıyan bir varlık olarak kabul edilir. Türk kozmolojisinde atın yeri, zaman ve evrenin düzeniyle ilişkilendirilmiştir. Güneş’in 12 burcu, atlı binici olarak betimlenmiş ve zaman kavramı atlarla özdeşleştirilmiştir. At, hem fiziksel dünyayı hem de göksel alemi birleştiren bir köprü gibi kabul edilmiştir.

Büyük Ayı ve Küçük Ayı takımyıldızları, Türk mitolojisinde farklı sembolizmle yorumlanmıştır. Büyük Ayı’nın yedi kurdu temsil etmesi ve Küçük Ayı’nın at arabasıyla ilişkilendirilmesi, kozmik düzenin bozulmaması gerektiği inancını yansıtır. Bu kozmik hareket, Türk halkının dünya görüşünü ve evrenle olan bağlarını şekillendirir. Bu şiir, gökyüzündeki düzenin korunmasının önemini vurgular ve Türklerin dünyaya bakış açısını derinlemesine anlamamıza yardımcı olur.

Gerçekten de at, Türk kültürünün en önemli sembollerinden biridir. Hem fiziksel olarak hem de manevi dünyada, Türklerin hayatında ve düşünce sistemlerinde derin izler bırakmıştır.

İlgili gönderiler

Oğuz Kağan Destanındaki Mitolojik Unsurlar

Umay Ana: Evrenin Sırlarını Taşıyan Doğurganlığın Gizemli Tanrıçası

Ağaç Ata ve Ağaç Ana